Statcounter Code

1 Temmuz 2019 Pazartesi

"Green Book"


"Yol filmi nedir?" sorusuna cevap olarak çekilmiş gibi duran bir film "Green Book". Kendisini ikinci defa izlettirecek kadar da sağlam oyunculuğa, senaryoya, sinematografiye ve müziğe sahip bir film. Filmin belki de tek kusuru, bir yerden sonra tekrara düşmesi. Filmin ortasından sonra şunu anlıyor ve beklemeye başlıyoruz: Don ve Tony bir şehre gidecekler, başlarına ırkçılıkla ilgili birşeyler gelecek, onlar da buna ilginç şekillerde tepki verecekler. Senaristin hakkını verelim ama: her defasında bize ilginç ortamlar sunmayı başarıyor, bu nedenle filmi izlerken asla sıkılmıyorsunuz. Ama asla belirli bir düzeyin üzerinde de duygulanmıyorsunuz. Örneğin Don'ın duygusal olarak kırıldığı an (yağmurlu havada arabadan inip kendisi hakkında konuşması ("Ben kimim?") çok kısa kesilmiş. Başka bir senarist (örn. Aaron Sorkin) bu sahnenin canına okurdu (olumlu anlamda). Biz de güzel diyalogdan dört köşe olmuş bir biçimde izlerdik. Ama bu senarist öyle yapmamış. Kaçırılmış bir dramatik fırsat bence.

Bunun dışında karakterlerdeki dönüşüm çok güzel, çok yumuşak ("smooth"), çok gerçekçi. Tony, zencilerin içtiği bardakları bile atan adamdan, zenci haklarını savunan birine dönüşüşüyor. Don da tahtta oturan bir piyanistten, insanlar arasına "inen" / karışan birine dönüşüyor.

Baş karakterler arasındaki ırksal farklılığa yazar bir şaşırtmaca da ekliyor. Normalde beyazlar daha elit, kültürlü iken bu senaryoda yazar siyahi karakteri elit ve kültürlü yapıyor. Beyaz baş karakter ise nispeten kaba saba, küfürlü konuşan, eğitimsiz biri. Ama yazar bununla da yetinmiyor, "üstün" pozisyonda gibi duran siyahi karaktere daha fazla psikolojik yük veriyor (eşcinsel olması, kardeşinden kopuk olması, insanlardan uzak durması vb.). Beyaz baş karakter ise daha "dünyevi", ayakları yere basan, hafif bir ırkçılık dışında ciddi bir psikolojik sorunu olmayan biri.

Yazarın kaç düzeyde çalıştığını görüyor musunuz? Seyirci bunu, bu çalışmadaki zenginliği fark ediyor, derinliği hissediyor ve zevkine varıyor. Yani yazar sadece elit zenci, kaba beyaz zıtlığında bırakmamış işi. Sınırları zorlamış ("push the envelope"). Buradaki dramatik fırsatı kaçırmamış.

Sadece bu iki karakter, senaryoya giriş derslerinde "karakter nasıl yaratılır" konusunda örnek olarak bir dönem (abartmayalım, üç hafta) okutulabilir. Bütün yan karakterlere de emek verildiği belli - ayrıca çok iyi oynanmışlar.

Caz seviyorsanız, zaten film müziklerine bayılacaksınız.

Filmin hiç konuşma içermeyen ama anlam yüklü bir sahnesi de arabanın lastiği patladığı zaman, zencilerin çalıştığı tarlanın kenarında durmaları. Sinema böyle birşey işte. Tek kelime etmeden, kitaplar dolusu bilgiyi bir sahnede, bazen bir çerçevede verebiliyor.

Finale doğru siyahi bardaki gösteri beklenen ama yine de eğlenceli bir sahneydi. Amerikalı yazarlar böyle şeyler çok iyi kotarıyorlar, hakkını verelim. (Akla "Back to the Future" - Geleceğe Dönüş geliyor hemen).

*

10 üzerinden 8 veriyorum. Bir klasik değil ama güzel ile çok güzel arası bir film. Zaman zaman dönülüp izlenebiliyor.

*

Bu filmi sevenler 1989'dan "Driving Miss Daisy"yi de sevebilir. Bir bakın derim.

Hiç yorum yok: